Subscribe Now

Trending News

23 Eki 2024

Blog Post

Spor Tarihinin En Cool 15 Adamı
Eğlence

Spor Tarihinin En Cool 15 Adamı 

Spor dünyasında her dönem yıldızlar olur. Kimi şöhreti taşıyamayıp hızla aşağı düşer, kimi rekabet ahlakından yoksun olduğu için kaybeder, kiminin puan kazandığı tek alan yakışıklılığıdır. Spor dünyasında bir de her dönemin yıldızları vardır. Onlar, onlarca yıl geçse hatırlanır. Bir de birlikte hatırlayalım mı?

MUHAMMED ALİ

Hayatta başladığı hiçbir işi yarıda bırakmadı. 1960’ta kazandığı Olimpiyat madalyasını ırkçılığa tepki olarak nehre attı, tam 36 sene sonra ABD, Olimpiyat meşalesini ona yaktırdı. Üç kez kaybetti unvanını, üçünde de geri kazandı. Babalarımızı ekran başında uykusuz bıraktı ve her seferinde kelebek gibi uçtu, arı gibi soktu… Tartışmasız dünya spor tarihinin en ikonik ismi. Sadece sporcu değil; tek meziyeti ringi rakiplerine dar etmek de değil üstelik. Bu ikincisinde fevkalade başarılı ama büyüklüğü biraz da ring dışındaki yaşamından geliyor. Gittiği bir lokantada sadece beyazlara servis yapıldığını öğrendiğinde, Roma Olimpiyatı’nda kazandığı madalyasını boynundan çıkarıp nehre atması mesela. Ya da Vietnam Savaşı’na katılmayı reddederek, kariyerinin zirvesine giden bir sporcuyken beş yıllık cezayı göze alması… “Antrenman yapmaktan nefret ediyorum ama bugün acı çekersem kariyerimin geri kalanında bir şampiyon olacağımı da biliyorum”, “Arkadaşlığın ne demek olduğunu okulda öğrenemezsiniz. Ve arkadaşlığın ne demek olduğunu bilmiyorsanız, bu hayatta hiçbir şey öğrenememişsiniz demektir” diyen bir adamın listenin ilk sırasında yer alması kimseyi şaşırtmaz.

BJÖRN BORG

Henüz David Beckham doğmamışken, spor tarihinin ilk star sarışınıydı o. Sapsarı saçları ve buz gibi tavırlarıyla kadınların kahramanıydı. Kariyerini hızlı yaşadı, sonrasını da… Alkolle kesişen yolu onu yıprattı ama hiçbir zaman yıkamadı… 2000’li yılların başındaki David Beckham rüzgarını düşünün; işte o etkinin aynısını, üstelik ilk defa yaratan adam. Nam-ı diğer “The Swede”. İsveç’ten bugüne kadar birçok tenis efsanesi çıktı ama İsveç dendiğinde hâlâ akla ilk gelen Björn Borg’dur. Wimbledon merkez korta ya da Philippe Chatrier kortuna birbirinden güzel kadınları çeken adamdı o. Wimbledon’ı beş kez üst üste, Roland Garros’u altı kez kazanarak kendisinden iki jenerasyon sonrasına kadar kırılamayacak rekorlara imza attı. Geri çizgiden güçlü forehand ve backhand’leri, müthiş atletik yeteneği ve mental kapasitesi, onu döneminin tüm oyuncularından ayırıyordu. 25 yaşına geldiğinde 11 Grand Slam şampiyonluğu kazanmıştı bile. Avustralya Açık’a sadece bir kez katıldığını da düşünürsek, bu rakamın ne kadar önemli olduğu bir kez daha ortaya çıkar. Björn Borg kariyeri boyunca girdiği Grand Slam’lerin yüzde 41’ini, oynadığı Grand Slam tekler maçlarının yüzde 89.81’ini kazandı. Bu iki istatistik de hâlâ rekorlar arasında kırılmayı bekliyor.

ALEXANDER POPOV

Havuzların en karizmatik ismi. İki Olimpiyat’ta sprint birinciliğini koruyabilen iki sporcudan biri. Sokak kavgasında bıçaklandıktan bir yıl sonra da çıkıp unvanını koruyabilen tek adam… Yüzmenin en zor taraflarından biridir 50 ve 100 metrelerdeki sprint birinciliklerini uzun yıllar koruyabilmek. Çünkü kısa mesafelerde patlayıcı kuvvettir belirleyici olan ve yaşla beraber korumak zorlaşır. O yüzden sprint yarışlarında her yeni Olimpiyat’ta yeni şampiyonlar çıkması normaldir. Bu geleneği kıran iki kişi var tarihte; Johnny Weissmüller (1924 ve 1928’de 50 m ve 100 m serbest yarışlarını kazandı) ve Alexander Popov. Weismüller’i dünya daha çok “Tarzan” olarak tanıdı ama Popov bizim jenerasyonumuzun havuzlarda gördüğü en “cool” adamdı. 1996’da Atlanta’da kazandığı iki altın madalya sonrasında ülkesinde bir sokak kavgasına karıştı, bıçaklandı. Hasar gören böbreği ve bağırsağı, uzun süren bir ameliyatla tamir edildi. Yaklaşık altı ay rehabilitasyon gördü. Spor hayatı bitti diye düşünülürken, saldırıdan 358 gün sonra Sevilla’da düzenlenen Avrupa Şampiyonası’ndan iki altın madalyayla döndü. Dönemin tüm vücudu kapatan teknoloji harikası mayolarını tercih etmedi, taşıdığı bıçak yarasını hiçbir zaman gizlemedi. Popov halen Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin çeşitli birimlerinde görev almaya devam ediyor.

ALEXANDER KARELIN

Yakışıklı bir adam değil. Adı bir yerlerden tanıdık gelse de muhtemelen birçoğunuz bu güne kadar tek bir maçını bile izlememiştir. Yine de bu, Karelin’in bu listenin en “baba” isimlerinden biri olduğu gerçeğini değiştirmez. Çünkü… Belki bu listedekiler gibi milyonlarca kişiyi peşinden sürüklemedi. Kuvvetle muhtemel, sokakta onlarca kişi önünü kesip imza da almadı. Ama bu, Karelin’in spor tarihinin en önemli figürlerinden biri olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Gelmiş geçmiş en iyi grekoromen güreşçisi olmasının da ötesinde çoğu kişi için, spor tarihinin gelmiş geçmiş en büyük ismi. Kariyerinde çıktığı 889 maçta sadece iki yenilgisi var. 1988’den 2000 yılına kadar girdiği tüm Avrupa ve Dünya şampiyonalarından altın madalyayla ayrıldı. Olimpiyat oyunlarından da öyle ama sadece bir istisnayla; 2000 Sydney Olimpiyatı. 13 yıldır tek maç kaybetmemiş, altı yıldır rakiplerine puan vermemiş adam, o gün finalde, daha önce defalarca yendiği Amerikalı Rulon Gardner’a kaybetti. Hayatı “kazanmak” üzerine kurulmuş bir adam hakem rakibininin elini havaya kaldırdıktan sonra gitti onu tebrik etti ve maçtan sonra “Hak ederek kazandı” dedi. İşte Karelin’i tarihin en “cool” sporcularından biri yapan da buydu. Kariyerinin son maçında, ilk kez yeniliyor olmasına rağmen rakibini tebrik edebilme büyüklüğü…

INGEMAR STENMARK

Listedeki ikinci İsveçli. Onun ayrıcalığı, emekli olduğunda göbek salanlara inat, sporu bırakalı 30 sene olmasına rağmen bugün çıksa yarışacakmış gibi durması… Kayak, özellikle slalom dendiği zaman akla gelen belki de ilk isim. 70’li yıllar boyunca Björn Borg’la beraber İskandinavya coğrafyasının medarı iftiharıydı. Hatta uzun süren kariyeri, skandalsız yaşamı ve spordan hiç kopmayan profiliyle İsveç tarihinin en iyi sporcusu olarak anılmaya devam ediyor. Zlatan İbrahimoviç bile onu henüz tahtından edemedi. Özgeçmişinde yazan 86 birincilik (46 büyük slalom, 40 slalom) kayak sporunda hâlâ kırılmamış bir rekor. Ingemar Stenmark bugün 57 yaşında ve düzenli olarak triatlon yarışlarına katılıyor.

GEORGE BEST

Futbol oynamak için yaratılmış demek hafife almak olur, futbol o oynasın diye bulunmuş bir oyundu. Varlığı, azim ve disiplinle kendini futbola adamış çalışkan sporculara yapılmış en büyük adaletsizlikti. Matt Busby’nin deyimiyle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiliz erkeklerinin başına gelen en kötü şeydi. Dünyanın gelmiş geçmiş en yetenekli futbolcusu olması yetmezmiş gibi karşı konulamaz derecede de çekiciydi. Yedi Miss World güzeliyle birlikte olduğu iddialarının aksine çapkın değildi; sadece dört tanesiyle münasebeti olmuş, diğer üçünü reddetmişti… Futbol dünyasında süperstar mertebesine ulaşmış ilk futbolcuydu. 1963-74 yıllarında 7 numaralı Manchester United forması giydiği dönemde Beatles’dan bile daha büyük bir şöhrete sahipti. Geceleri elinde sigarası, nefesinde ağır alkol kokusu, kolunda dünyanın en güzel kadınları, altında son model arabası, peşinde paparazzi ordusuyla rulet masalarında sabahlar, ertesi gün sahada fuleli vuruşları, efsane çalımları, şiir gibi pasları ve jeneriklik golleriyle kendine hayran bırakırdı. The Fall grubunun Kicker Conspiracy adlı şarkısındaki “Manchester’ın mavi yakasının bile kralı George Best’tir” sözleri, City’nin bile ezeli rakibi United’ın yıldızına zaafını açık etmişti. Yakışıklılığı ve futbolculuğu konusunda hiç de mütevazı değildi. Bir röportajında “Eğer çirkin olsaydım Pele adını hiç duymamış olabilirdiniz” demişti. Yine de kendinden başka kimseyi beğenmeyen Pele’nin bile ezeli rakibi Maradona’yla hem fikir olduğu tek konu, Best’in dünyanın gelmiş geçmiş en iyi futbolcusu olduğu gerçeğiydi. Soyadı hayata attığı en güzel çalımdı ve alkol hariç her şeyi çalımlamayı başardı. 2002 yılında karaciğer nakli sonrası üç sene daha içmeye devam etti. 100 bin kişiden fazla seveninin onu uğurlamaya geldiği cenaze töreni, BBC dahil dokuz televizyon kanalından yayınlandı.

MICHAEL JORDAN

Tek başına kazandığı maçlarla, basketbolu takım oyunu olmaktan çıkardı. Oynadığı reklam filmleri, kapak olduğu dergiler, adına özel üretilen spor ayakkabıları, uzun şortları, dili dışarıda koşuları, kafasını kazıtmasıyla NBA’in tüm dünya çapında popüler olmasını sağlayan bir ikondu. O basketbol topunu bıraktıktan sonra Tanrı majesteleriyle karşılaştırabileceğimiz başka bir oyuncu göndermedi… Onu en güzel anlatan sözler Magic Johnson’a ait: “Dünyada iki tip basketbolcu vardır; Jordan ve diğerleri. O kadar güzel oynardı ki onu savunmaya calışmak yerine potayı güzel gören bir yerden Jordan’ın yapacağı şeyi izlemeyi seçiyordum. Çünkü ertesi gün herkes o hareketten bahsederken tam anlamıyla görememiş olmak beni çıldırtıyordu.” Ona karşı koymak imkansızdı, savunmaya çalışmaksa suyu avuçlamaya benzerdi. Babasını kaybettiğinde o basketbolu bıraktı, basketbol onu bırakmadı. 13 sezonun ardından “I’m back” dediğinde, bir sporcuya ait en görkemli dönüşe imza attı. 2003 yılında basketbolu bir daha geri dönmemek üzere bıraktığını açıkladığında, hiç forma giymediği Miami Heat takımı bile 23 numaralı formasını emekliye ayırdı. Uzun lafın kısası; NBA’in oybirliğiyle tüm zamanların en büyük basketbolcusu ilan ettiği Jordan’ın “Tanrı” olduğuna inanılırdı. Bir keresinde “Herkes bir gün Michael Jordan olmak istiyor, bense her gün Michael Jordan olmak zorundayım” demişti. O kariyeri boyunca her gün Jordan’dı ama kimse bir gün Jordan olamadı.

NAİM SÜLEYMANOĞLU

Bugün Seul’deki Olimpiyat anıtına gittiğinizde dünyanın en “garip” listesiyle karşılaşırsınız. Halterde altın kazananların sıralandığı bölümde, toplamda bir üst sikletten daha ağır kaldıran tek sporcu vardır. Adı, Naim Süleymanoğlu’dur… 16 yaşındaki rekoruyla halter tarihindeki en genç dünya rekortmeni unvanının sahibi. 1992 yılında Uluslararası Halter Basın Komisyonu tarafından “Dünyanın En İyi Sporcusu” seçildi. Kariyeri boyunca 3 Olimpiyat altın madalyası, 7 Dünya Şampiyonluğu, 6 Avrupa Şampiyonluğu oldu. Bulgaristan’ın Kırcaali iline bağlı Ahatlı köyünde dünyaya gelen bir Türk çocuğunun Olimpiyat Şampiyonluğu’na uzanması hayranlık uyandırıcıydı. 1.47 m’lik boyuyla podyuma çıktığında dev gibi görünmesinin nedeni buydu. Naim Süleymanoğlu, sakat olduğu halde podyuma çıkıp dünya rekorları kıracak kadar cesur ve hırslı bir sporcuydu. Time dergisine kapak olunca ABD Başkanı Ronald Reagan tarafından Beyaz Saray’da kabul edildi, Çin’de 1984-85 yıllarında üst üste “Yılın Sporcusu” seçilerek Türkiye’nin tanıtımına büyük katkı sağladı.

AYRTON SENNA

Kariyerinin zirvesinde, şöhretinin doruğunda, dünya çapında, genç bir sporcunun trajik bir kaza sonucu ölmesi elbette onu efsane mertebesine taşır. Ama pistteki rekorların çoğunu kırmış Michael Schumacher’den “en karizmatik Formula 1 yarışçısı” unvanı almış olması, onun arkasında bıraktığı dramdan fazlasına sahip olduğunu gösterir… Bir pilotun en büyük kabusu dikiz aynasında kendisine doğru yaklaşan sarı kaskı görmektir. Yeteneği, cesareti ve agresifliğiyle kazandığı yarışlar kadar, o yarışları kazanış şekli ve verdiği tepkiler de sıradışıydı. Dinine bağlılığı, ülkesindeki sorunlara duyarlılığı, onu bir simgeye dönüştürmüştü. Brezilya futbol milli takımı, 94 Dünya Kupası’nı ona ithaf etmişti. Onun döneminde birçok pilot kendini sadece işine adamışken, Senna medyayla ateşli, hayranlarıyla sıcak ilişkiler içindeydi. Ancak yine de gizemli bir tarafı vardı; röportajlarda ne o kendinden bahsediyordu ne de en yakınındakiler onu iyi tanıdıklarını iddia edebiliyorlardı. Merak uyandıran bir hayatı olması, insanların gözünde daha da karizmatik olmasına neden oluyordu. Bunun için özel bir çaba sarf etmemiş olsa da Senna’nın neden bir ikona dönüştüğünü en güzel açıklayan isimlerden biri, meslektaşı Martin Brundle olmuştu: “Her zaman dürüst ve alçakgönüllüydü. Aracını sürerken o kadar duygusal bir hal alıyordu ki, insanlar onun erdiğini düşünüyorlardı. O, pistte ikili mücadeleye girişmek isteyeceğiniz en son pilottur. Ama aynı zamanda bir kaza olduğunda meslektaşının yardımına koşan tek pilot da odur.”

EVEL KNIEVEL

Listedeki diğer cool sporcuların aksine sportif başarısıyla değil cesaretiyle hayranlık uyandıran, “daredevil” (gözüpek) lakabıyla ünlenmiş çılgın motosikletçi. Las Vegas’ta Caesars Palace otelinin önündeki dev fıskiyeleri görünce üstlerinden atlama girişimi felaketle sonuçlanan, 29 gün komada kaldıktan sonra gözünü açtığında “Grand Canyon’da atlayış yaparak tarihe geçmek istiyorum” diye haykıran bir deli! Kariyeri boyunca 35 kemiğini kırarak Guiness Rekorlar Kitabı’nda yerini alan tek sporcu… “Ay’a git deseler giderim, öleceğimi bile bile giderim, nasıl olsa hepimiz öleceğiz ama sadece birimiz Ay’a giden ilk adam olarak öleceğiz” diyen bir adamın cesaretini liste dışı bırakmak olmazdı. Evel Knievel, karizmatik doğanlardan değil, olanlardan. Bir motosikletle neler yapılamayacağını gösterirken, dünya rekorları kırmış bir çılgın. Sayısız başarısız denemesine rağmen gösteri yapacağı Wembley Stadyumu’nu tarihi bir ana tanıklık etmek isteyenlerle doldurmayı başarır, ABC’nin Wide World of Sports programına birçok spor müsabakasından çok daha fazla reyting aldırırdı. 50 arabanın üstünden atlayarak 35 yıl egale edilemeyecek bir rekora da imza attığı ünlü Harley Davidson XR-750 motosikleti müzeye kaldırıldı. 1972’yle 77 yılları arasında dünya çapında 125 milyon dolarlık Evel Knievel oyuncağı satıldı. Müzik dünyasının en cool adamı Kurt Cobain’in çocukluk idolüydü. Kendi deyimiyle çocuklar onun gibi, adamlar o, kadınlar da onunla olmak isterdi. Yetmez. Spor tarihinin en karizmatik adamlarından biri olabilmeniz için hakkınızda yapılmış ünlü bir şarkı olması da şart. O halde Radiohead’in The Bends albümündeki High and Dry’ı bir daha dinleyin; bilin bakalım, kime ithaf edilmiş..

ROYCE GRACIE

Kural tanımayan modern çağ gladyatörü. Demir lakaplı, katil bakışlı Mike Tyson’ın “90’ların başında dövüşseydik beni siler atardı” dediği adam. Dövüşü sanat olmaktan çıkaran, ancak filmlerde olur dediğiniz şeyleri mümkün kılan bir fenomen… UFC (Ultimate Fighting Championship) turnuvalarına ilgi duyuyorsanız zaten bu ismi görünce gülümseyerek kafanızı sallamışsınızdır. Bilmeyenler için, hikaye şu: 90’lı yıllarda Brezilyalı Gracie ailesi, ünlü Japon savunma sanatı jiu-jitsu’yu kendi felsefelerine adapte ederek “Brazilian jiu-jitsu”yu geliştirir ve bu dövüş stilinin tüm benzerlerinden daha üstün olduğunu iddia ederek dünyaya meydan okur. Aile dünyanın dört yanından boksörleri, güreşçileri, judocuları ve kickboks ustalarını, geliştirdikleri bu yeni teknikle yüzleşmeleri için mekanlarına davet eder ve tüm müsabakalardan galip çıkar. Bu yeni stile karşı mücadele edebilmenin tek yolunun, birden fazla dövüş stilini bir arada kullanabilmek olduğunun farkına varılması, Mixed Martial Arts’ın (Karma Dövüş Sanatları) doğmasına neden olur. Hatırı sayılır soyadı, adamın kanını donduracak kadar soğukkanlı bakışları ve kendinden kat kat büyük adamları paket yapıp kenara koyarken bile takındığı “efendi” tavırlarıyla karizmanın önde gideni. Var mı abimize yan bakan?

TOM BRADY

Futboldan anlamayan Amerikalıları da, Amerikan futbolu denen garip oyunu da, Super Bowl’a finalinde reklam vermenin 30 saniyesinin 4.5 milyon dolar olduğunu da görmezden gelebilirsiniz ama Tom Brady’yi asla. Çünkü bu adam yetenekli, başarılı, zengin, ünlü, yakışıklı, evli-mutlu-çocuklu… Sporcu ablalarının başarısını sindiremeyen bir ergenin gelip gelebileceği geldiği en üst nokta. İlk değerlendirmelerinde kısa, yavaş, cılız, güçsüz yazan Tom Brady’nin bugün 3 tane Super Bowl şampiyonluğuyla taçlandırdığı göz kamaştıran bir kariyeri var. Hırsı, disiplini ve çalışkanlığıyla iki kere en değerli oyuncu seçilme onuru da yaşadı. Tüm bu sportif başarının ona sağladığı servet konusunda konuşmaya gerek yok, üzülürüz. Gelelim mevzunun diğer tarafına. Onun için “NFL’in (Amerikan Futbol Ligi) David Beckham’ı” diyorlar. Aklınıza gelebilecek bütün dünya markaları adamın peşinde. Sporseverler endişeli. Böylesine kıymetli bir sporcunun şöhretin “o türlüsünün” büyüsüne kapılıp Beckham gibi spordan uzaklaşmasını istemiyorlar. Bir de unutmadan; dünyanın en güzel kadını ve en çok kazanan top modeliyle evli. Eşi Gisele Bündchen’den dünya tatlısı iki çocuğu var. Her pazar Instagram’da mutlu aile pozları paylaşıyorlar. Dağılabiliriz gençler…

USAIN BOLT

Tarihin en hızlı adamı o. Normal seyrinde ilerlese 2037 yılında koşulması gereken 100 metre derecesini tam 30 yıl önce koşmayı başarmış, tüm bilimsel çalışmaları da altüst etmiş bir sporcu… Kimine göre fazlasıyla kendini beğenmiş, kimine göre doğuştan yetenekli ama işini ciddiye almıyor. Hayattan zevk almayı antrenman yapmaya tercih ettiğini kendi de söylüyor. Ama bu, gelmiş geçmiş en büyük sprinter olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Modern ölçüm sistemlerinin kullanıldığı dönemlerde hem 100 hem de 200 metre rekorlarını aynı anda elinde bulunduran ilk sprinter o. Sprintte 6 Olimpiyat, 8 dünya şampiyonluğu da kariyerinin önemli başarıları olarak duruyor. Birinci olması artık bizi tatmin etmiyor, daha iyisini yapmasını bekliyoruz. Son metrelerde kameralara poz vermesi, yüzündeki hafif dalgacı ifade, sevenlerini çoğu zaman sinir ediyor ama yine de ondan vazgeçmiyoruz. Çünkü arıza adamlara fazlasıyla sempati duyuyoruz.

WAYNE GRETZKY

Sadece buz hokeyinin değil, tüm takım sporları tarihinin, Michael Jordan’la beraber en başarılı ismi. 20 senelik NHL (Ulusal Hokey Ligi) tarihinde kırdığı rekorların yanına yaklaşmak bile zor görünüyor… Ukrayna göçmeni bir ailenin torunu olarak Kanada’da dünyaya gelmesi ve ailesinin oturduğu evin hemen arkasında bir buz hokeyi pisti olması, bir spor efsanesinin doğması için gerekli şartları oluşturmuştu. Beş yaşından itibaren, arkadaşlarıyla kurduğu takımıyla, herkese meydan okumaya başladı. İlk antrenörü Dick Martin’in dikkatini, orada yaptığı maçlar sırasında çekti. Güçsüz fiziğine rağmen inanılmaz bir öngörüsü vardı; puck’ın olduğu yerde değil, olacağı yerde bulunmayı çok iyi biliyordu. NHL kariyeri boyunca dört takımın formasını giydi ve kırılabilecek bütün rekorların altına imzasını attı. 99 numaralı forması sadece kendi takımından değil, ligin tamamından emekli edildi. Dokuz kez ligin en değerli oyuncusu seçildi. 38 yaşında emekli olduğunda normal sezona ait 40, play-off’lara ait 15 rekoru kariyer hanesine yazdırmıştı.

SEVERIANO BALLESTEROS

Avrupa kıtasından çıkmış en başarılı golfçüydü. Hayatı boyunca tüm zorlu mücadelelerden galip ayrıldı. Ta ki üç yıl önce amansız bir hastalık onu aramızdan alana kadar… Golfte her türlü başarıya imza atmış bir aileden geliyordu. Dolayısıyla ilk çocukluk yıllarının bu sporla geçmesi çok normaldi. Normal olmayan, henüz 12-13 yaşlarındayken bile, kendisinden çok büyüklere kafa tutabilecek yeteneğiydi. Severiano Ballesteros, 70’lerin ortasından 90’lı yıllara kadar spor tarihinin en önemli figürlerinden biri oldu. Golfte Avrupa’nın yeniden ayağa kalkmasının öncüsüydü. Onun liderliğindeki takım Amerikan karmasına karşı beş kez Ryder Cup kazandı. Bugün kıta Avrupa’sından çıkan çoğu golfçünün bu spora başlama sebebi oydu.

Related posts

Bir yanıt yazın